Bir kadın sevdim Tokyo’da…

19/09/2015

SUAT TAŞPINAR – Bundan altı yıl önceydi. Hesapta sabahın köründe, mezatı seyre dalmak için Tokyo’nun meşhur Tsukiji balık pazarına damlamış ama yine geç kalmıştım! Şenlik bitmişti. Yetişememiştim. Ömrümün ilk suşili kahvaltısını yapıp, çaresiz ara sokaklara vurmuştum. Beynim şiddetle “kahve alarmı” veriyordu.

Mekanı tesadüfen gördüm. Tek katlı izbe dükkanların arasında, eni en fazla iki metre, derinliği bilemedin üç metre bir yerdi! Son çivisi yüz sene evvel çakılmış, soluk siyah-beyaz bir fotoğraf gibi duruyordu. Sandal ağacından yapılma eski tezgahın arkasında “O”nu gördüm. Önünde sadece üç ahşap tabure vardı. Hepsi buydu! Tabelası bile yoktu. Bilenin bildiği, bakanın görebildiği bir “mahalle kahvesi”ydi.

Hayatımın en güzel kahvesini içerken onu gördüm

İşte ben hayatımın en güzel kahvesini orada içtim. Hayatımda iz bırakan kadınlardan birini orada tanıdım. Öylesini de bir daha görmedim…

Hiç bilmediğim bir şekilde yapıyordu kahveyi. Sonraları Japonya’daki geleneksel yöntem olduğunu yaşayarak öğrendim.

Bir kevgirin ağzına geçirilmiş bez torbaya, hemen oracıkta çektiği çekirdeklerden yaptığı üç farklı kahveden birer ölçü koyuyor, sonra alüminyum ibrikten kaynar suyu yavaş yavaş bir sürahiye boşaltıyordu. Metal sürahi de, ocağın üstünde suyun kaynadığı bir tencerenin içinde deme bırakılıyordu. Sonra sıcak su dolu bir başka tencerede duran kahve fincanlarından birini alıyor, geniş ağızlı sürahiden usul usul dolduruyordu.

Bu muhteşem ritüeli huşu içinde izleyip taze kahvenin kokusuyla bir hoş olduktan sonra, gülen gözleriyle önüme koyduğu kahveden bir yudum aldım. Sanki ağzıma abı-hayat suyu değmişti. Damağıma yapışan o lezzeti hiç unutmadım.

Ben Türkiye’yi anlattım, o kahve sanatını…

Sabahın o vaktinde tek müşteriydim. Birkaç kelimeden fazla Japonca bilmiyordum. O da başka bir dil bilmiyordu. Ama derin bir sohbete daldık! Ben Türkiye’yi anlattım, o kahve sanatını… Kırk yıllık dost gibi yarenlik ettik. Gözlerinin içindeki pırıltı, serin bir pınar gibi içime akıyordu. Kolayca kırılabilecek incecik bir dal gibiydi. Ummadığım kadar etkilenmiştim. Nasıl desem; bir tuhaf olmuştum işte!

İki fincan kahveyi, bitimesin diye küçük yudumlarla içtim. Bu güzel kahveye oturduğuma, bu muhteşem kadınla tanıştığıma şükrettim.

“Kaderde bir daha görüşmek var mı acaba?”

Bir daha gelirsem bulayım diye kartvizitini istedim. Adresi elle yazılıp fotokopiyle çoğaltılmış bir kağıt parçasını Japon usulü, iki eliyle tutup verdi. Yerlere kadar eğilip uğurladı beni. Böylece yollarımız ayrıldı. Kadının gözlerinin derinlerine bakıp “kaderde bir daha görüşmek var mı acaba?” diye sorarak ayrıldım. Yine Tsukiji’nin derme çatma sokaklarına vurdum kendimi.

Memlekete dönünce sık sık hatırladım: Kahveyi, mekanı ve de kadını… Hatta biriktirdiğim “tatilden kalma broşürler” arasında kartvizitini de buldum. Google kardeş yardımıyla Japonca birkaç kelam yazıp mektup yollamayı bile düşündüm. Ama hayat gailesi içinde unuttum, gitti.

Önce aheste adımlarla, sonra telaşla dolaştım sokakları

Altı yıl sonra yolum yine düştü Tsukiji’ye. Onu tekrar görme ihtimaliyle heyecanlanıyordum. Kartviziti yanımda değildi. Ama “Nasılsa bulurum” diye önce aheste adımlarla, sonra telaşla dolaştım sokakları. Biraz da büyük buluşmayı geciktirip her anının tadını çıkarmak istiyordum.

Ama olmadı. Bıraktığımı sandığım yerde yoktu! Dönüp durdum, ama yoktu işte…

Sonunda bir suşiciye oturdum. Çat pat İngilizce konuşan garsona dilim döndüğünce anlattım. O kahveyi sordum. İlk defa duyuyordu. Zaten burada yeniydi. Ustasına sordu, onun işi başından aşkındı, “Bilmiyordum” deyip kesti attı. Keyfim kaçmıştı. Güzelim suşiler ağzımda saman tadı bırakıyordu.

Bir daha sordum garsona, kalkacakken. Birisine daha sorsun diye. Çarpık dişlerini göstere göstere güldü. “Zaten kadın neredeyse 90 yaşındaydı demiştin. Muhtemelen ölmüştür!” dedi.

Sustum. Tek kelime etmedim. Hesabı ödedim. Öfkemi zor bastırıp sokağa çıktım.

“Yoldan geçenlere belki onu görürüm umuduyla baktım”

Birkaç gün sonra bu sefer akşam vakti geldim. Tek tük suşi restoranlarının soluk ışıklarıyla aydınlanan Tsukiji’de sarhoş adımlarıyla birkaç tur daha attım. Bir elektrik direğine sırtımı dayayıp, yasak bölgede bir cıgara yaktım. Yoldan geçenlere belki onu görürüm umuduyla baktım.

Çoğu insanın ışıksız bir odada ölümü beklediği yaşta bu alemin en lezzetli kahvesini yapan, bir avuçluk mekanda karınca misali koşturan, yüzünde, ellerinde bir asra dayanmış ömrün kırışıklıkları mücevher gibi ışıldayan, adını bile bilmediğim kadını düşündüm. Ağzımda acı bir tat, yüreğimde ince bir sızıyla kala kaldım.

Sonra cıgarayı kaldırımda ayağımın ucuyla ezdim. Gündüzün iğne atsan yere düşmez turist güruhundan azade boş sokaklarda kafam dumanlı, o kadının hayalinin peşinde kayboldum.

Avatar photo

Kahvve.com farkıyla Türkiye ve dünyadan kahve konusunda özel haberler ve incelemeler... Kahve hakkında aradığınız her şey kahvve.com'da. Tek gündemimiz var: Kahve!

Önceki Yazı

Tadımız şekerli, keyfimiz latte olsun!

Sonraki Yazı

Muhafazakar ABD’ye Starbucks logosu “fazla” gelince…

error: © 2021 Kahvve.com

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?