Her konuda bir söyleyeceği olan Ekşi Sözlük konu kahve olunca susar mı? Farklı yaklaşımları, birbirinden değişik usluplarıyla işte Ekşi’den kahve derlemeleri…
kortizol üretiminin en üst seviyeye çıktığı zamanlarda kahve ya da enerji içeceği tüketmenin kafeinin etkisini önemli ölçüde azaltıyor ve uzun vadede bu maddeye karşı bağışıklık geliştiriliyor. yani hem daha az canlanıp hem de gelecekte daha fazla kahve içmek gerekiyor. bu nedenle kahve içmek için en iyi zamanlar: kortizolün zirveye çıktığı saatlerden 1 saat sonra kahve içmek. bu saatler: #52572283 kaynak: asapscience
garip şekilde demir değerlerim düştüğünde canımın daha çok çektiği içecek. ancak demir değerini kendileri düşürdüğü için kısır bir döngüye girmiş oluyoruz böylece. demir düşüyor, canım kahve istiyor, kahve demiri daha da düşürüyor, canım artık yemek yerine kahve ister hale geliyor… bu noktalarda dışarıdan ilaç takviyesi yapacak sağ duyuya sahip olmasam herhalde kanımın tüm demiri çekilip vampire filan dönüşeceğim.
hicbir sey ulkesindeki her sey
nefret ediyorum bu vıcık vıcık kahve romantizminden. sigara tu kaka edilirken, nedir bu kahveye övgüler cidden anlamıyorum. gerçekten kahve bağımlısı olup, yoksunluk belirtileriyle tanıştığınız gün bana ulaşın. “geçmiş olsun” demek istiyorum.
sınav, proje kapsamlı bilumum sabahlamalı yaşam döngülerimin başrolünde olan içecek. hani bir melodiyi alarm sesi olarak kullanıp sonra olmadık bir anda duyunca tüylerin diken diken olması gibi. ağız tadıyla içemez oldum ben de. amacım o kadar “içeyim de biraz daha uykum kaçsın.” olmuş ki görmeye dayanamıyorum.
yararlı da olsa zararlı da olsa deliler gibi içtiğimdir. ama kesinlikle granül değil. ya espresso ya filtre ya türk kahvesi olacak. üçüncü dalga da olabilir tabii.
bagimlisi olmasam da, cunku icmeden birkac gun hatta hafta gecirebiliyorum, calismaya ve odaklanmaya yardimci, aci olmasina ragmen insana zevk veren, dis sarartici merettir. disleri oyle sarartir ki, gunde on defa fircalasaniz da o dislerin rengi duzelmez. gorenler sizi kirk senelik samsun 216 sigara icicisi sanar. gene de kahve vazgecilmezdir. dozunda icildiginde birkac cesitli kanser riskini de azalttigi soyleniyor.
mütemadiyen içtiğim, içeceklerin en kıymetlisi listemde üçüncü** sırada olan kutsal içecek. her insan gibi ben de toz kahve içerek başladım bu işe. sonra filtre kahveye terfi ettim, en nihayetinde kendim çekiyorum kahve çekirdeklerini artık, bambaşka bir lezzet haline geldi benim için. burası internet aleminde bilgi birikimine en güvendiğim kişilerden oluşan web sitesi. bir ricam var kahve severlerden ve kahveden anlayanlardan; ben hem ulaşması kolay hem de tanıdık lezzet olduğu için kahve çekirdeklerini hep starbucks’tan alıyorum ama artık ziyadesiyle sıkıldım. evimin 150 metre yakınında starbucks var, canım starbucks kahvesi çekince gidip içmek zor gelmez, ben artık kolay erişemeyeceğim lezzetli kahveler tatmak istiyorum. tavsiyelerinizi mesaj kutuma yöneltirseniz çok sevinirim.
‘drink coffee
do stupid things faster with more energy” [bir afişten]yalnızca içecek değil, bi’ bağımlılık, bi’ kültür, bi’ keyif, bi’ ayrı dünyadır efenim.
yüzyıllardan 15 iken, osmanlıyla padişah selim tanıştırmış kahveyi. mısır seferinden dönüşte çıkınını kahveyle dolduran selim, ”olum bak ne buldum!!” diyerekten istanbul’a varan gemiden atlayıp saraya koşar iken, bu toprakların kahve alışkanlığının temeli atılmış bulunmuş. kısa zamanda bu kara içkiye alışan ahalinin önü ara sıra yasaklarla kesilmeye çalışılmış [bak sen!] fakat uzun soluklu olamamış bittabii. söz konusu olan kahve olunca, halk cezvesini alıp sarayı basmayı bilmiş ve elbette ki bu denli büyük bir darbeyi göze alamayan saraylılar, balkonlardan ellerinde fincanlarla sarkarak ”ay biz de severek içiyoruz ayol ne yasağı?” diyerek geri adım atmak zorunda kalmışlar.
o zamanlardan bu zamanlara kültürümüze yerleşen kahve dilimize de yansımadan edemezmiş: bir öğünümüzün adıyla ilgili sorun ”yav sabahları kahveden önce yediğimiz şeylere ne diyorduk?” konferansıyla çözümlenmiş [kahv(e)altı], toplumun bireylerinin toplanıp bir yandan oyunlar oynayıp bir yandan ülke geleceğine dair mühim meseleleri konuştuğu toplantı alanlarına adını vermiş [kahvehane], ”-üstündeki pink floyd tişörtü ne renk, hacı efendi? -ne bileyim, kahve rengi işte.” muhabbetleri sonrası bir renge adı verilmiş, ”kahvenin 40 yıllık hatrı üzerine teleolojik yaklaşımlar” ile birlikte çeşitli felsefi araştırmalar yapılmış, vay efenim yanına bir bardak su mutlaka koyalım/cancağızım yanına bir lokum da pek şahane olmaz mıydı sonucunda ciddili bir racon oluşturulmuş, günümüzde hala devam eden kahvenin dibinde kalan telveden geleceği okuma bilimi derken olaylar almış başını gitmiş…
amma lakin ki öyle değildir: dünyada en hunharca kahve hüpleten ülkelere bayağı uzağız sayısal olarak: birincilik günde ortalama 4 kupayla finlandiya’daymış. yani, mültecilikte karar kıldığımız gün gideceğimiz ülke belli oldu – not alındı – roger that.sevgili romalılar! kahve diyip geçmemek lazım lan! kahve derken, hangi kahve? kullanılışına bakarsak: yeni uyandım kahvesi var, yorgunluk kahvesi var, konuşmamız lazım kahvesi var, hadi bi’ kahve yap da içelim kahvesi var, başım ağrıyor kahvesi var, akşamdan kalmayım kahvesi var, uyku öncesi kahvesi var, kafam çalışmıyor kahvesi var, sigaranın yanında çabucak bitirmelik kahve var, mola kahvesi var, ayılma kahvesi var, sabahlama kahvesi var, hava güzel çimenlerde oturalım kahvesi var, henüz 4. bardağımı içmedim kahvesi var; kökenine bakarsak: mis gibi türk kahvesi var, acılığından yüz buruşturan bulgar kahvesi var, baharatlı maharatlı zanzibar kahvesi var, aromasını yediğimin kolombiya kahvesi var…
daha başka şeylere göre de uzatarak yazması 35 gün sürecek kadar kategorize etmeyi, eşeğin amına şelale kaçırmayı bilirdim fekat özetle şöyle diyebiliriz:
yarın bi’ gün ıssız adaya düşersek ve ulu manitu korusun kahvesiz kalırsak ”dünyadaki kahvelerin hepsini deneyemeden olacak iş mi bu ya?” diye kumsalda tepinip yabani hayvanları korkutmak için haklı gerekçelerimiz olacak kadar çok kahve var.keyfi, asabiyeti, suratı, neşesi ve rahatı k.ö [kahve öncesi] ve k.s. [kahve sonrası] diye değişen papua yeni gine’den kamboçya’ya kadar tüm kahve bağımlılarını otis amcayla selamlıyorum; dünyanın tüm kahve bağımlıları, birleşin!
otis redding – cigarettes and coffee
“the steam goes up
because coffee
comes from heaven” [2003 yapımı coffees&cigarettes filminden],
bilhassa son yıllarda bir şekilde ‘cool olmak’ ile iliştirilmiş içecek. artık starbucksların mantar gibi türemesinden midir, yıllarca empoze edilen sabah kalkar kalkmaz kahve içilen amerikan filmlerinden midir bilinmez.
sosyal medya aracılığı ile “bakın ne kadar da çok kahve içiyorum, kahvesiz ölürüm, kahve hayatın anlamı” minvalinde paylaşımlarda patlama yaşanıyor.
günde 30 bardak çay içilen bir memlekette biraz zorlama bir çaba olarak görmekteyim. kahve iyidir hoştur da böylesine abartı bir şekilde “yaşam pınarı” muamelesi göstermek yersiz.
güzel içecek. böyle güçlü, kuvvetli, kudretli, insanı araklayan.
çok enteresan bir şekilde uzun zaman önce bir kanalda belgesel türü bir programda adamın biri
“kahve” isminin allah’ın isimlerinden olan el-kavi isminden geldiğini söylemişti.
hep aklımda bir yerde durur. ne kadar doğru bilemem ama enteresandı.
dünyada ne olmadan yaşayamazsın deseler vereceğim yegane cevap. kahve içmeden yaşayan, kahveden nefret eden insanlar nasıl yaşıyor bilmiyorum ama ben içmeden uyanamıyorum bile. tam anlamıyla kahvenin kölesiyim, kokusuyla bayılacak kadar bağımlısıyım. bir tedavisi varsa da tedaviyi reddediyorum.
hakkında bilenin de bilmeyenin de konuştuğu, dünya üzerinde sudan sonra en fazla tüketilen muhteşem içecek. gerek yeşil kahvenin gerekse kavrulmuş kahvenin birçok faydası olduğu bilinmektedir. (bkz: google) kahve çekirdeği şeker ve karamelle kavrulmaz, kahve kavrulurken içerisinde doğal olarak bulunan şeker karamelize olur.
keyifsiz, asabi, ağzımdan kelime çıkmayan zamanlarimda bizimkilerin beni normal hayata döndürme yontemlerinden biridir (diğerlerini başka bi zaman yazarım), biri kalkar ve sorar:
-kahve yapacam, icer misin?
– (sinirle) kahveye hic yok dedim mi????
(herkes gülmeye baslar ve her defasında aynı oyunu oynarlar bana. ben de caresizce cevap veririm, koseye sıkışmış olma hali. kahveye yok denir mi hic, zeus çarpar.)
italyan is arkadasimin en takintili oldugu mesele. her tattigi kahveye suratini burusturdugu gibi, bir de baskalarinin icme stillerine laf ediyor. neymis, kahve kucuk fincanda icilirmis, tadi yogun olurmus, icine sut, su, krema vs eklenmezmis. kahve makinasindan her kahve alisimda da laf sokuyor, neymis makinenin kahvesi kotuymus, nasil icermisiz onu. neyse ki bugun kendisinin cay demleme/icme metodlarini guzeeelce elestirdim de sisim indi. tobeler tobesi, bilim yuvasi degil it yuvasi sanki.
antidepresan ya da sakinleştirici. filtresi, sutlusu sutsuzu, turk kahvesi, instant olani, french presste sakin sakin demleneni, makinede yapilani…
mutlu olunca iciyorum, yemegin uzerine iciyorum, eve is getirip sakinlesmeye calisirken iciyorum, sevdigim bi filmi izlerken izliyorum. kisacasi icmek icin bahane ariyorum.
dusunuyorum da, eger ki alkol icin de benzer duygular besleseydim, kesin alkolik olmustum coktan.