Cumhuriyet’ten Ahmed Arpad’ın Avrupa’nın kahve kültürü ve Eski İstanbul’un kıraathaneleriyle ilgili yazısı…
Kahvenin ne olduğunu Avrupalı bizden öğrendi! Avrupalı Türklerin getirip Viyana’nın kapısına bıraktığı kahveyi bir süre sonra güzel döşeli kahvehanelerde, daha doğrusu kıraathanelerde içmeye başladı. Gelenler masalarda duran gazete, dergi ve kitapları okudular, politikadan, günlük yaşamdan ve edebiyattan söz ettiler. Bu yüzyıllar boyu böyle sürdü gitti.
Günümüzde Budapeşte, Viyana ve Prag’a uğrayanlar, eski monarşinin bu merkezlerinde kıraathanelerin eskisi gibi hâlâ yaşadığını görecektir. Keyfine düşkün insanlar, yazarlar, sanatçılar, iş dünyasından insanlar bugün de sabah kahvaltılarını, öğle yemeklerini, piyano müziği eşliğinde akşamüstü çaylarını burada alıyor. Yüksek tavanlı geniş salonların rahat koltuklarına kurulup, iş görüşmeleri yapıyorlar, kitap okuyorlar, mektup yazıyorlar. Yan salonlarda bilardo oynanıyor. Budapeşte’de Gerbaud, Café Centrale, Café Müvész, Book Café, Café New York, Viyana’da Café Mozart, Dehmel, Schwarzenberg, Central ne ise, Prag’da da Arco, Louvre, Slavia odur.
Komünizmden sonra yeniden açılan Moldau kenti Prag’da yaptığınız bir gezintide kıraathanelerin düşünce ve edebiyat dünyasını ne kadar etkilemiş olduğunu hissediyorsunuz. Hele Arco’nun melankolik loşluğunda hâlâ 1910’lu, 1920’li yılları yaşıyorsunuz. Gözleriniz Franz Kafka’yı, Max Brod’u, Egon Kisch’i, Franz Werfel’i arıyor. Orta Avrupa’nın iki savaş arasındaki bu ünlü edebiyatçıları, sanki o anda kapıdan içeri girecekler…
Filozofların, akademisyenlerin, ünlü sanatçıların ve hali vakti yerinde hanımların da uğradığı Viyana kıraathanelerinde Arthur Schnitzler, Stefan Zweig, Franz Werfel, Peter Altenberg günlerinin önemli bölümünü geçirirdi.
Özgür düşüncenin kaynağı
Eski İstanbul’da Tanzimat döneminde açılan kıraathaneler (okuma yerleri) yüzyıla yakın bir süre kent aydınları için kaçınılmaz bir buluşma yeriydi. Edebiyatçılar, düşünürler, gazeteciler, yayıncılar ve onlara yakın olmak isteyen gençler günün belli saatlerini Beyoğlu’nun, Tepebaşı’nın ve Babıâli’nin kıraathanelerinde geçirirlerdi. Tepebaşı’na damgasını vuran Kanuniesasi Kıraathanesi ile özellikle 1930’lu, 1940’lı yıllarda İstanbul’un tüm yazar ve kitapçılarının her gün bir araya geldiği, Ankara Caddesi’ndeki Meserret Kıraathanesi geçen yüzyılın sonlarına kadar ayakta kalmayı başarmışlardı. Buralarda buluşan aydın kişiler, gazeteciler, yayıncılar, gazeteleri ve edebiyat dergilerini okur, birbirleriyle sohbet eder, tartışır, fikir alışverişi yaparlardı.