İstanbul’un eski günlerinde kahvehane gravürlerinin yeri önemlidir.
Gravürler, yapıldıkları dönemleri daha iyi tanıma imkânı veren değerli belgelerdir. 15. yüzyılda ahşap baskıyla başlayıp, 17. ve 18. yüzyıllarda daha da yoğunlaşan, Batı’nın Doğu’ya oryantalist seyahatleri sırasında ortaya çıkan seyahatnameler, resimler, hatıratlar gravürlerde hayat buldu hep. Özellikle de İstanbul ve İstanbul yaşamı bu seyahatnamelerin odak noktası oldu.
kültür seviyeleri yüksek dostların buluştuğu mekânlar
Batılı gezginler İstanbul’un yalnızca mimari yönünü değil, günlük yaşamını, kültürünü ve tarihini de ele aldılar. O devrelerdeki elçilikler, serbest ressam ve gezginler bu kültür alışverişlerinin en önemli parçasını oluşturdu. Ayrıca Pera’nın gayrimüslümlere açılması, yapılan imar faaliyetleri bu kültürel gezilere hız kazandırdı.
İstanbul’un Kahvehane gravürleri
William Henry Bartlett, Thomas Allom, John Frederick Lewis, Pierron, Flandin, Gouffier, Melling, Preziosi o günlerin İstanbulu’nu canlandıran sanatçılardan birkaçıdır.
18. yüzyıldan sonra giderek sayıları artan İstanbul gravürlerinin içinde kahvehane gravürleri önemli bir yere sahiptir. İstanbul’u konu alan gravürlerin başında kentin çeşitli siluetleri gelir. Bunların yanı sıra saraylar, camiler, çeşmeler, kahvehaneler, sokaklar, çarşılar ve günlük yaşayış da gravürlerin konuları arasındadır.
Eski İstanbul kahvehaneleri
Kahvehaneler fetihten sonra, İstanbul’a yerleştirilen toplulukların kaynaştığı ortamlar olarak ortaya çıktı.
Kahvenin bağlı olduğu nişan, başkarakullukçu tarafından Süleymaniye’deki Ağa Kapısı’ndan alınarak, kalabalık bir grupla getirilirdi. Kalabalığın önünde ise Bektaşî babaları bulunurdu. Bu ihtişamlı kahve açma geleneği, II. Mahmud Dönemi’ne (1818-1839) kadar devam etti.
İstanbul’un en tanınmış tulumbacı kahvehaneleri
İstanbul’un en tanınmış tulumbacı kahvehaneleri Galata, Defterdar ve Beyazıt’ta, semai kahveleri ise şehrin eğlence merkezleri sayılan Kasımpaşa, Unkapanı, Defterdar, Eyüp, Halıcıoğlu, Galata, Fındıklı, Beşiktaş, Kadıköy ve Üsküdar’daydı.
Açık kahvehaneler, genellikle liman çevresinde yoğunlaşıyordu
Her mahallede tulumbacıların kendi kahvehanelerini kurmalarının yanı sıra, halk mozaiğinin meydana getirdiği âşık ve semai kahvehaneleri de vardı. Ramazan aylarında ise meddah kahvehaneleri kurulurdu. Açık kahvehaneler, genellikle liman çevresinde yoğunlaşır, esnaf kahvehaneleri ticaretin canlı olduğu Haliç kıyısı boyunca, Eminönü, Ayvansaray arasındaki ticari hanların bulunduğu yerlerde faaliyet gösterirdi.
Yeniçeri kahvehaneleri iki katlıydı
Kapalı kahvehaneler, üstlendikleri işlevsel faaliyetlere göre bir mimari tarza sahipti. Örneğin Yeniçeri kahvehaneleri iki katlı olup, nişanlan giriş kapısının üzerinde yer alırdı.
Havuzun kenarlarında ise fesleğen saksıları sıralanırdı.
Ortada fıskiyeli havuz, etrafında oturmak için yastıklarla döşeli peykeler bulunurdu. Ortada Bektaşî babasının oturduğu “baba sofası”, ayrıca kahve ocağı ile âşıkların saz çaldığı kısım yer alırdı. Havuzun kenarlarında ise fesleğen saksıları sıralanırdı. Diğer kahvehane türlerinde de bu plan küçük değişikliklerle uygulanıyordu. Bazı kahvehanelerde ayrıca berber esnafı da bulunduğundan ona ait eşyalar da dekorasyonu tamamlardı.
Kahvehanelerin İstanbul’un gündelik hayatında vazgeçilmez bir yeri vardı
Görüldüğü gibi kahvehanelerin açılışı ve üstlendikleri toplumsal görev, yabancı seyyahlarca haklı olarak “kültür seviyeleri yüksek dostların buluştuğu mekânlar” olarak nitelendirilirdi. Kahvehane gravürlerinde de görüldüğü gibi kahvehaneler o dönemde, bugünün bir nevi dernek veya kulüp misyonunu üstlenmiş bir konumdaydılar.
Yabancı ressamların yaptığı bu değerli gravürler ise, bir zamanlar İstanbul’un gündelik hayatında vazgeçilmez bir yeri olan kahvehaneleri tanımamızı sağlayacak bilgi kaynakları olarak önemli bir nitelik taşıyor.
seyahatnameler, resimler, hatıratlar, gravürler, Kahvehane gravürleri, kahve tarihi, osmanlıda kahve, istanbul kahvesi, kahvehaneler, Bektaşî baba, baba sofrası