Viyana kahvehaneleri ile ilgili yazısında kahvenin Viyana’daki serüvenini anlatan Erdinç Çabuk, pek çok detayı da kahve tiryakilerinin dikkatine sunuyor. İşte Erdinç Çabuk’un kaleminden Viyana kahvehaneleri…
Viyana kahveleri bugün de yaşıyor!
Viyana, Viyana kaldığı sürece, Viyana kahveleri de devamlı müşterileriyle dolu masaları, senelerdir onlara hizmet eden garsonları, tarot, satranç, bilardo oynayanları, gazeteleriyle, taze taze yenilenen su bardaklarıyla, köşelerine çekilmişleriyle, sohbet edenleriyle, yalnızlıkları ve birliktelikleriyle sonsuza dek yaşayacaktır…
Asıl ikametgâhı “Café Herrenhof” olan Avusturyalı yazar Friedrich Torberg, hayatının büyük bir bölümünü geçirdiği Viyana kahvelerini böyle anlatıyor. Bugün şehrin merkezini gezindiğinizde, her köşe başında her on adımda, karşınıza bir kahve çıkacaktır. Evet, tıklım tıklım insanlarla dolu Viyana kahveleri bugün de yaşıyor!
Kadife kaplı koltuklar, beyaz mermer masalar, kristal avizeler, yüksek tavanlı salonların duvarlarını kaplayan Venedikli ustaların marifeti boy boy aynalar; gümüş tepsilerde, porselen fincanlarda köpüklü kahve sunan siyah ceketli, beyaz gömlekli, papyon- lu nazik garsonlar, telefona çağrılan meşgul işadamları, gazeteleri gözden geçiren entelektüeller, kitaplara dalmış öğrenciler, annesiyle öğle tatilinde buluşan sekreter kız, masa üzerinden öpüşen âşıklar, kahve yudumlayıp dinlenen işçiler, çantasından çıkarttığı evrakları gözden geçiren memur, okuma gözlüklerinin üstünden etrafı seyreden emekliler…
“Viyana’da hayat sevincinin nabzı, kahvelerde atar”
Göz göze gelip de bakmaya doyamadığımız güzel kızlar, sohbet edenler, karşılaşanlar, tanışanlar, buluşanlar, köşesine çekilmiş yalnızlar, düşünenler, tartışanlar, keyif yapanlar…
“Viyana’da hayat sevincinin nabzı, kahvelerde atar” diyor Haldun Taner, “Oturup bir kahve içmedikçe insan Viyana’yı Viyana yapan şeylerin bilincine varamaz.
Kahvelerin, özel hayatta da önemli bir yeri olduğunu, mizahçı Alfred Polger şöyle anlatıyor:
“On senedir, karı koca, bütün gün kahvelerde, saatlerce oturuyorlar. Ne kadar güzel bir evlilik diyeceksiniz! Hayır, ne kadar güzel bir kahve…”
“Türk gibi içiyorsun”
Sabah, akşam, bütün gün açık kahvenin kapısından içeri girip, dostlarınızı, arkadaşlarınızı, devamlı size hizmet eden garsonunuzu selamladıktan sonra, koltuğunuza gömülüp bir “mélange” kahvesi ısmarladıysanız, bir “ohh…” çekersiniz. Sonra gümüş tepside, porselen bardakta, yanma bir bardak taze su konulmuş, bol köpüklü, sütlü sıcak kahvenizi içer, keyif yaparsınız. Yerli, yabancı, mevcut günlük gazetelere göz mü atacaksınız, dostlarınızla, arkadaşlarınızla sohbet mi edeceksiniz, yoksa köşenize çekilip kafa mı dinleyeceksiniz, Viyanalılar kahvede kendi evlerindeymiş gibi rahattırlar. Bazı devamlı müşteriler için ise kahveler, evlere nazaran ön plandadır. “Bana evinizdeki perdeler ne renk dişe sorarsanız, bocalar, biraz diyor evinin yolunu unutmuş kahve tiryakisi… Tiryakilik dedim de kahvenin de sigaranın da tadını, Avusturyalılar önce Türklerden almışlar. Bugün fosur fosur sigara içenlere, fincan fincan kahve yudumlayanlara, “Türk gibi içiyorsun” diye takılırlar.
Kahvenin Viyana yolculuğu
Rivayete göre 1683 senesinde, İkinci Viyana Kuşatması sonrası, muhasara çadırlarında buldukları kahve çuvallarını Avusturyalılar, “deve yemi” zannetmişler. Ortalıklarda Türklerden kalma bir “kahve pişirme tarifi” de bulamadıklarından, şaşırıp kalmışlar, “Acaba bu çekirdekler nedir, neyin nesidir?” diye. Çekirdekleri çiğnemeye kalkanların buruşuk suratlarına, kuşatmalar sırasında ulaklık yapmış Kolschitsky, “Durun yahu, bu çekirdekler çiğnenmez, Türkler bu çekirdekleri toz haline getirip suda kaynattıktan sonra sıcak sıcak içiyorlardı” demiş ve hemen meraklı kalabalığa, kahve böyle pişirilir diye ders vermeye başlamış. Nasıl Kanuni’nin Fransa Elçisi Süleyman Ağa, Parisli hanımları bol lokumlu, tatlı kahvesi ile Türk hayranı yapmışsa, işbilir ulak Kolschitsky de
Viyanalılara süzgeçten geçirdiği Türk kahvesini balla karıştırıp takdim etmiş. Bakmış ki milletin hoşuna gidiyor, ortalıkta ne kadar sözde “deve yemi” çuvalı bulduysa toplamış ve işi ticarete dökmüş. Böylece, ilk “Viyana kahvesi” de kurulmuş…
Tembeller yuvası
“Salâh Bey Tarihi”, kahvenin Viyana’ya yine Kanuni’nin elçilerinden, Mehmet Ağa tarafından tanıtıldığını ve buradan da tüm Avrupa’ya yayıldığını yazar. Kahvemizi tanıyan aristokrasi, nedense bu meredi halka layık görmemiş, saraya mahsus egzotik bir sihir gibi kendine saklamış. 1700’lerde Paris’te 300, Londra’da 350, Viyana’da ise sadece 10 kahvehane varsa, bunun sebebini bürokrasinin, kahve işletme hakkını sadece damgalı, mühürlü özel belgelerle ancak bir-iki şahısa vermesine bağlamalı. Çünkü yukarıdakiler, devlet büyükleri, alt tabakanın kahvelere gitmesini istemezler. Kahveler, onlar için halkı işten güçten alıkoyan, tembeller yuvası, isyancıların, devlet düşmanlarının, tahribatçıların, ihtilalcilerin, kötü fikirlerin eyleştiği haşere yuvasıdır.
Eşitliğin mekanı
Evet, kahveler ne sınıf, ne ırk, ne insan ayırt eder. İster zengin, ister fakir, ister soylu, ister emekçi, kadın, erkek herkese açık kapısıyla eşitliğin, kardeşliğin, özgürlüğün çatılarıdır kahveler.
Kadınların 1890’larda bisiklete binmesiyle o zamana kadar verilen kadın hakları mücadelesinin başarıya ulaştığını iddia eden Rosa Mayreder, bir erkeğin selam vermesiyle kıpkırmızı olan zamanın Viyanah kızların, kahvelerde oturmaya başladıklarını ve toplumdaki yerlerinin değiştiğini söylüyor.
Amerikalı sanat tarihçisi ve araştırmacı William M. Johnston, Viyanalı entelektüellerin dahiyaneliklerini, kahvelerde etraflarını saran Viyanalı bayanlara bağlıyor. Habsburg hanedanının saltanatını sürdürdüğü Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nun başkenti Viyana’da, kahvelerde sanatın tomurcuklar verdiğini, yazarların, ressamların tatlı Viyanalı kızlardan aldıkları ilhamla başarıya ulaştıklarını, buralarda kadınların favorisi olan sanatçıların meşhur olduklarını, mesela Makart’ın yüzyılın tapılan ressamı olduğunu, Saar, Wolf, Maler, Klimt gibi birçok sanatçının, yaratıcılıklarını “bayanlara” borçlu olduklarını belirtiyor.
Sanatçının ilham kaynağı
Çoğu sanatçının ilham kaynağının kahveler olduğu bir gerçek. Kahvelere yaklaştığınızda, edebiyatın, müziğin, resmin, mimarinin en parlak devirlerine rastlarsınız. Meşhur Avusturyalı sanatçıların her birinin devamlı gittiği; dostları, arkadaşları ile buluştuğu, fikir alışverişi yaptığı, ilham aldığı kahveler, bugün turistler tarafından “müzeler” gibi ziyaret ediliyor.
Çoğu tarihe karışan sanatçı kahvelerinden, sene 1847’de açılan “Café Grıensteidl en tanınmışı. 1848’de Avrupa’yı kasıp kavuran liberal – ulusçu devrim sırasında entelektüellerin buluştuğu yerin diğer takma adı da “Cofé National”.
Arthur Schnitzler, Hugo von Hoffmansthal, Karl Kraus, Hermann Bahr, Peter Altenberg gibi yüzyılın tanınmış sanatçıları hep buradalar… Karl Kraus, 1897’de Ring Bulvarı’nm inşası sırasında yıktırılan Griensteidl kahvesinin üzüntüsüyle şu satırları yazıyor:
“Son hatıralarımızla birlikte, bu binaları da yıkıyorlar. Sonumuzun ne olacağını tahmin etmek imkânsız. Edebiyatımız evsiz barksız bir döneme giriyor. Zira bizim ilham kaynağımızın köklerini kestiler”
Yıllar geçse de
Aradan neredeyse yüzyıl geçmesine rağmen bugün tekrar planlara, fotoğraflara, kalan tablolara bakarak yeniden yapımına başlanan Cofé Griensteidl’in açılması, umarım rahmetli üstat Kari Kraus’u mutlu edecektir.
1898’de açılan “Café Central” yıkılan Griensteidl’in açıkta kalan müşterilerine, “Aramıza hoşgeldiniz” dedikten sonra, zamanın tanınmış sanatçılarını da çatısı altına alarak “Yüzyılın Kahvesi” namına erişiyor. Yazarlığından çok sohbetleri, söylevleri ile meşhur Anton Kult, mizahçı Alfred Polgar, yazar ve filozof Egon Frieden, kahvehaneli yazar” olarak tanınan Peter Altenberg gibi ömürlerini kahvede geçiren sanatçılar devamlı müşteriler arasındalar. Lenin, Zürih’te meşhur mülteciler- edebiyatçılar kahvesine “Grand Café Odeon”a ‘takılıyor’. Troçki ise Café Central’ın şah masalarından kafasını kaldırmıyor.
Uzun zaman Central’e rakip olan “Café Herrenhof” tarihe karışmış. Yerinde modern bir banka binası yükseliyor. 1985’te restore edilen Café Central ise yüksek kubbeleri, kocaman pencereleri, fevkalade iç mimarisinin dekoruyla, eski havasını koruyor. “Central” gibi değişmeden, bugüne kadar “Viyana kahvesi” özelliğini yaşatan bir kahve de ressamların kahvesi Café Sperl… Ludwig Ha- vesi, 1905’te şunları yazıyor:
“Bembeyaz yuvarlak mermer masalar etrafında oturuyorduk. Aman bir kül düşmesin, masalar kirlenmesin diye içimiz ürperi- yordu. Bu arada işi gücü olmayan, vakitleri bol genç sanatçılar resim yapmayı unutmamak için bu güzelim mermer masaları karalayıp duruyorlardı. Kimi, aynalara bakıp kendi kendilerine model duruyor, kimisi de pencereden bakıp caddeden gelen geçenin resmini çiziyordu. Faytonun atını, sokak lambalarını yakan fenercinin resmini…”
Sonunda kahve sahibi masaları kâğıtla kaplamış da bugün Albertina Müzesi’nde asılı, çoğu meşhur olan ressamlardan “Cafe Sperl”de çizdikleri koleksiyon kalmış günümüze.
Johann Straus’un kahvesi
Prater kahvelerinde piyano çalan Beethoven, Jünglingskaffehaus’da valsleriyle dinleyicileri büyüleyen Johann Straus bugün çoğu eski kahvelerde pazar günleri tekrarlanan konser günlerini gelenekselleştirmişler. Tiyatrocuların kahvesi olarak da nam salmış Cafe Braunerhof’ta bu pazar konserlerini dinlemek, bugün de mümkün. “Helden Pletz” (Kahramanlar Meydanı) oyunu ile skandallar yaratan Thomas Bernhard’ın devamlı kahvesi ‘Brâunerhof’.
Eski Viyana kahvelerinden bugün de popüler olan “Café Museum” 1899’da mimar Adolf Loos’un yarattığı, “Sezession” ekolü sanatçılarının devamlı buluşma yeri. Egon Schiele, Gustav Klimt, Oscar Kokoschka gibi tanınmış ressamlar yanında, Robert Musil, Joseph Roth, Roda- Roda, Franz Blei, Georg Trakl, Franz Werfel gibi yazarlar kahvenin devamlı müşterileri arasındalar. Besteci Franz Lehar, Wagner ve Wedekind de kahvede misafir olmuşlar. Özellikle avangard sanatçıların buluştuğu “Café Museum”, bugün gençlerin rağbet ettiği, her gün tıkabasa dolu bir kahve olarak varlığını sürdürüyor.
Café Prückl, Café Schwarzenberg, Café Hawelka ve Café Mozart gibi, tarihin akışına, savaşlara, ekonomi krizlerine, emlak spekülasyonlarına, yasaklara, baskılara rağmen yine de ayakta kalabilmiş, tarihi Viyana kahvelerinden çoğu bugün de insanlarla dolup taşıyor. 50 sene önce kahve kapılarına, “Ya- hudiler ve köpekler giremez” tabelası asan Naziler, kahveleri senelerce, masalarında barındırdığı birçok dostundan, sevdiklerinden yoksun bırakmıştı. İnsanların dostça, kardeşçe bir araya geldiği, tanıştıkları, konuştukları günümüzün “agora”ları, umarız gelecekte de barış içerisinde var olurlar. Hans Weigel’in dediği gibi,
“Kahvede ne yapılır? Sadece olunur!”
Viyana kahveleri tarihinden
Viyana kahveler tarihine geçen bir fıkra, 1907-1914 yıllarında Café Central’ın müşterilerinden olan Troçki’ye İlişkin: Kahvede, Rusya’da devrim olduğu haberi bomba gibi patlayınca, arka masalarda gazetelere dalmış bir devlet memuru, monokl gözlüğünü havaya kaldırıp şunları söyler: “Bırakın Allahınızı severseniz; Rusya’da kim devlim yapacak? Kafasını satrançtan kaldırmayan, Central’ın gediklisi Troçki mi?”
Yazan: Erdinç Çabuk