Reşad Ekrem Koçu, tarihimizin özellikle eski İstanbul hayatının en renkli kişilerinden biriydi. Tek başına “İstanbul Ansiklopedisi“ projesine girişti ama ansiklopediyi tamamlamaya ömrü yetmedi.
Osmanlı tarihinin unutulan renklerini, özellikle İstanbul yaşamının inceliklerini bütün detaylarıyla ve kendine has üslubuyla kaleme alan Reşad Ekrem, yazılarında eski İstanbul’un kahvehanelerine ve kahve kültürüne de sık sık yer verdi.
Onun Son Posta‘da yazyınlanan bu yazılarından birine geçenlerde Taha Toros’un arşivinde ulaştık.
Yazı, kahve tiryakilerinin, İstanbul’da kahve öğütme işini elinde tutan bazı yeniçerilerinden neler çektiğini anlatıyor.
O döneme tanıklık eden bu yazıyı okurken günümüzde keyifle yudumladığımız kahvenin bir zamanlar ne kadar büyük bir emekle ve zorluklarla elde edildiğine tanık oluyoruz.
Tabii bunları Son Posta’nın tarihi bahisler muharriri Reşad Ekrem’in kaleminden okumak ayrıca keyif veriyor.
İşte bir zamanların İstanbul’u, kahve dünyası ve yeniçerileri…
Bir zamanlar İstanbul’da esnaftan şüphe etmek cinayet sayılırdı
Üçüncü Selim zamanı ve birinci Mahmud’un ocak kazanını devireceği güne kadar, yeniçerilerin son günleri, en azgın devirleridir. İstanbul sokaklarında kabadayılık, meyhanelerde bıçak oyunu ve kan ile biten vakalar hemen hergün görülen hadiselerdendi.
İstanbul’da semt semt kabadayıları, sergerdeler türemişti. Bunlar, pazularına ve bıçaklarına güvenerek, şehirde bır takım karlı işleri “himaye” adı altında tekellerine almışlardı. Bir kere, esasen kendi ayak takımları olan sovguncu ve serserilere karşı korumak üzere bütün esnafı haraca bağlamışlardı.
O zamanlar İstanbul’un en büyük dertlerinden biri de “Kahve derdi” idi
Hırsızlardan da para alarak, onları zabıtaya karşı korurlardı. İstanbul limanına giren gemileri, bilhassa ecnebi gemileri, getirdikleri malları serbestçe şehre çıkarabilmek için bu mecbur kabadayılardan birinin himayesi gerekirdi. Her sergerdenin bir işareti, adeta bir arması vardı. Himayenin kaç para karşılığında yapılacağını kararlaştıran kabadayı gemiye kendi işaretini, armasını asardı. Buna da o zamanın argosuyla balta asmak denilirdi. Bugünkü “balta olmak” tabiri de oradan gelir. Balta sahibi, o kadar dişli bir kabadayı değilse, daha yamanı gelir, yumruk ve yatağan kuvveti ile asılan baltayı atar, yerine kendisinin işaretini koyardı.
Burunsuz Mustafa’nın Galata’da bir kahvehanesi
İstanbul’un bu meşhur kabadayılarından birisi de “Kahvecioğlu burunsuz Mustafa” adında bir tersane çavuşu idi. Burunsuz Mustafa’nın Galata’da bir kahvehanesi vardı ki bir haşerat yatağı, bir batakhane idi.
Yeniçerilerin bu azgınlık devrinde, İstanbul’un günlük yaşayışında, çarşı ve pazarında hergün binbir çeşit dertli ve belalı sahnelerle karsılaşılırdı.
Mesela o zamanlar İstanbul’un en büyük dertlerinden biri de “Kahve derdi” idi.
Anlatayım:
Bugün çiğ kahve alıp da evinde kavurtan ve el değirmenlerinde çektirenler kalmamıştır diyebilirim. Hele eski konaklarde bir günde sarfedilen bir buçuk okkalık kahvenin çekildiği oturak değirmenleri belki antika meraklılarında, antikacı dükkanlarında kalmıştır.
Fakat kahve değirmenleri de yenidir. Kahve değirmenlerinden önce kahve dibeklerde dövülürdü.
Herkes evinde bir dibek tedarik edemeyeceğinden, kahvesini alıp kavurur, yahut çiğ olarak Tahmis kahve kavurup döven dibekçilere götürürler, bir ücret mukabilinde kahvelerini kavurtur, dibekletirlerdi.
Dibekçilerin yüzünden İstanbul’da halis kahve içilemez olmuştu.
Yeniçerilerin yukarıda bahsettiğimiz azgınlık devrinde, bu dibekçiler de yeniçeri ocağına mensub esnaftandı. Tabii herkes kahvesinin başında beklemiyeceğinden, saf kahveyi çalarlar, nohud, çavdar, arpa gibi şeyler kavurup katarlardı. Kahve sahibi başında durmak istese, işlerinin çokluğundan, sıra beklemesi lazım geldiğinden bahsederek usandırırlardı. Dibekçilerin yüzünden İstanbul’da halis kahve içilemez olmuştu.
Sadık Efendi’nin başına gelenler
Bu esnafın nezaretine memur ocak ustaları da kendileri ile ortak idiler. Zira İstanbul’da hergün 2000 okka kahve dövülürdü. Göz göre yapılan kahve hırsızlığı müthiş bir kar bırakıyordu.
O zaman İstanbul’da Sadık Efendi adında zengin bir kahve meraklısı vardı. Her ne pahasına olursa olsun kahvesinin başında durup beklerdi. Bu hale içerliyen ocak ustaları bir gün biçare adamı dibekçi dükkanının arkasına çekip bir güzel dövdüler. Sonra da, yeniçeri ağasına giderek kendilerinden şüphelenen bu adamın İstanbul’dan sürülmesini istediler.
Yeniçeri ağası Sadık Efendiyi ağa kapısına getirtti. Apar topal evinden kaldırılan biçare adam neye uğradığını anlıyabilmek için etrafına şaşkın şaşkın bakınırken sırtına bir kaftan giydirildi ve yeniçeri ağası, gayet ciddi:
“Sadık Efendi” dedi.
“Sizin gayet doğru, gayretli, çalışkan bir adam olduğunuzu söylediler. Bizim de böyle bir adama ihtiyacımız vardır. Seni Van yeniçeri ağası yaptım. Hemen şimdi Van’a gideceksin!…
Van’a gitmek şöyle dursun Van sözünü işitince Sadık Efendi’nin aklı başından gidivermişti. Yeniçerı ağasının ayaklarına kapandı. Ağa, dibek ustalarını gösterdi. Adamcağız bu sefer de onların ayağına düştü. Evinini barkını, çoluğunu çocuğunu, işini gücünü yüzüstü bırakıp Van’a nasıl giderdi? Ağladı, yalvardı. Dibek ittihadı nihayet merhamete geldi:
“Bizim ırzımızı tamir et… 200 kese ver de gene İstanbul’da kal..” dediler.
Sadık Efendi. o zamana nazaran mühim bir para olan 200 keseyi verdi. Van ağalığından kurtuldu.
Bize bu vak’ayı nakleden Üssüzafer müellifi Sadık Efendi‘nin bundan sonra dibekçi dükkanında beklemek şöyle dursun Tahmisten geçip geçmediğine dair bir şey kaydetmiyor.
Reşad Ekrem – Son Posta
Kaynak: Taha Toros Arşivi
Reşad Ekrem Koçu Kimdir?
Ahmet Bülent Koçu ve Reşad Ekrem imzalarını da kullanan Reşad Ekrem Koçu, gazeteci-yazar bir babayla ev kadını bir annenin oğlu olarak İstanbul’da doğdu. Konya Anadolu İntibah Mektebi’ni (1918), Bursa Erkek Lisesi’ni (1927) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nü (1931) bitirdi.
Aynı bölümde, hocası Ahmet Refik Altınay’ın asistanı olarak çalışmaya başladıysa da 1933 yılında yapılan üniversite reformu üzerine bu görevinden ayrıldı. Kuleli Askerî Lisesi ile Pertevniyal ve Vefa liselerinde tarih öğretmenliği yaptı. Hayatının son yıllarında Tercüman gazetesinde sohbet ve tarihî fıkralar yazıyordu.
Akıcı üslubu ve Osmanlı tarihine hâkimiyeti sayesinde popüler tarihçiliğin başta gelen ismi olan Reşad Ekrem Koçu, Son Posta, Milliyet, Hafta, 20. Asır, Amcabey, Tef, Akbaba, Hayat, Tarih, Türk Düşünce Mecmuası, Hergün gibi gazete ve dergilerde folklor, tarih ve kültür alanlarında çok sayıda yazı, inceleme ve araştırma yayımladı. Sokaktaki ortalama insanı esas alan, herkesin okuyacağı araştırmaların, romanlaştırılmış tarihî olayların yanı sıra bilimsel çalışmalarla da ilgilendi.
Koçu’nun tarih, kültür ve sanat alanındaki derin bilgisinin yansıdığı İstanbul Ansiklopedisi yazarın çektiği geçim sıkıntısı yüzünden 11. ciltte, ‘Gökçınar’ maddesinde tamamlanamadan kaldı. Yazar, 1975 yılında hayata veda etti.
Reşad Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi, Kahve Tarihi, Bir zamanlar kahve, Osmanlıda kahve, tarihte kahve, yeniçeriler ve kahve, eski istanbulda kahve, kahve kültürü, Sadık Ağa, Tahmis, dibek kahvesi, kahve öğütücüleri
Reşad Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi, Kahve Tarihi, Bir zamanlar kahve, Osmanlıda kahve, tarihte kahve, yeniçeriler ve kahve, eski istanbulda kahve, kahve kültürü, Sadık Ağa, Tahmis, dibek kahvesi, kahve öğütücüleri